Duvara çarpanlar

5 minutes, 53 seconds Read

Duvara çarpanlar

Edebiyat dünyasının en saygın ödüllerinden biri olan Man Booker Ödülü’nün bu yılki sahibi Kairos romanıyla Jenny Erpenbeck oldu. Alman yazarın yanında, kitabı İngilizceye kazandıran Michael Hofmann da ödül alan ilk erkek çevirmen olarak edebiyat tarihine geçti. Tek gecede yükselip Almanya’yı her bakımdan ikiye ayıran Berlin Duvarı’nın gölgesinde filizlenen bir aşkı anlatan Kairos, Katharina ve Hans’tan yola çıkıp bir ulusun yakın tarihinin derinliklerinde arkeolojik kazı yapıyor.

Arzu Şahin
04:00 – 15/06/2024 Cumartesi
Güncelleme: 23:48 – 14/06/2024 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Ingeborg Bachmann’ın Malina romanında geçen “Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar” cümlesi edebiyatla ilgilenen hemen herkesin belleğinde yer etmiştir. Bu cümleyi zihnimize kazıyan şey şüphesiz “öteki” ile kurduğumuz ilişkinin dinamiklerinde saklı. Zamanın ruhu ilişki biçimlerini değiştirse de değişmeyen şeylerden birisi kavuşan iki aşığın, er ya da geç bulutların üzerinden yere inmesi ve içlerindeki nobranlığa teslim oluşudur.

Jenny Erpenbeck’in kaleme aldığı ve 2024 Man Booker Ödülü’nü kazanan son romanı Kairos da nobranlık ve duygusal şiddet içeren böyle bir aşkı merkeze alıyor. Kitapta 19 yaşındaki Katharina ile 53 yaşındaki Hans’ın -günümüz diliyle söyleyecek olursak- “toksik” ilişkisini okurken kendi çıkmazları içinde debelenen iki aşığa eşlik eden Alman tarihine de yakından bakıyorsunuz.

TEK GECEDE YÜKSELEN DUVAR

Bugünden 1986 yılına giden kahramanımız Katharina, geçmişini ayıkladığı kolilerden hayatına damga vuran Hans’ı ve onun nezdinde ülkeyi ortadan ikiye ayıran Berlin Duvarı’nın şekillendirdiği atmosferi kitap boyunca geniş bir şekilde işliyor.

“Bu sessiz sohbet, Berlin Duvarı örüldükten sonraki haftalarda başlamıştı, Annie Teyzesi tesadüfen 12 Ağustos 1961 akşamı Batı Berlin’de yaşayan nişanlısı Manfred’e gitmiş ve geceyi orada geçirmişti. Kendisinin bir karar vermesine gerek kalmadan ertesi sabah sonsuza kadar Batılıydı. Eylülde düğün yapabilmişlerdi, fakat vatan duvarın ardında kalmıştı; lahana sarması, Königsberg köftesi ve tereyağlı kremalı pasta, yurdunun lezzeti demekti, annesinin tarifleri o günden sonra postayla geliyordu…”

BELLEĞİN DEHLİZLERİNDE KAYBOLAN YAZAR

Bir gecede yükselen duvarın iki yakasında kalan insanların hayatı kökten değişirken, ortaya birbirinden farklı durumlar ve hikayeler çıkıyor. Duvarın doğusunda kalan Hans, zihninde Hitler, Stalin, Lenin gibi pek çok tarihi karakterle yaşayıp kendisini evlatlıktan reddeden babasının hayaletiyle yüzleşiyor. Hiç de kolay olmayan bu yüzleşmelerde Hans, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen değişen hayatının detaylarını belleğinin dehlizlerden bulup çıkarıyor.

“İnsan geçmişin yıkıntılarına ve umutlarına ansızın fazlaca ilgi duymaya başlayınca bunların bugünün yıkıntılarıyla ve umutlarıyla ilişkili olduğunu elbette anlıyor” diyen Jenny Erpenbeck, aslında Hans’ın nezdinde duvarın yükselmesine kadar geçen dönemi verirken duvardan sonra doğan Katharina’nın hikayesiyle de yıkılışa giden süreci anlatıyor.

Yazar ve radyo sunucusu olan Hans’ın kendinden 34 yaş küçük sevgilisiyle yaşadığı aşk romanın ana aksını oluşturuyor. İlişkinin tüm sınırlarını belirleyen Hans ve “zamanın sahipsiz topraklarında” yolunu kaybeden Katharina’nın duygu durumlarını okurken birbirlerinden kopamayan bu iki aşığın çaresizce debelenmelerine şahit oluyorsunuz. Evli olan Hans’ın Katharina’ya savruluşu ve Katharina’nın kendini bu ilişkinin içinde yok edip bir yandan da var olmaya çabalaması elbette sonsuza kadar sürmüyor. Berlin Duvarı önce zihinlerde sonra da gerçekte yıkılırken, Katharina ve Hans’ın arasındaki görünmez duvar yavaş yavaş yükseliyor.

YUMRUKLAR GEVŞEYİP DUVAR AŞILIYOR

Duvarın yıkılışı o güne kadar Doğu Almanya’da yaşayan kahramanlarımızın hayatını kökten değiştiriyor. Sadece maddi değil manevi olarak da bir duygusal çöküş yaşayan Hans’ın karşısında Katharina, sınırların ötesine geçip hayatın hiç bilmediği baştan çıkarıcı yanlarıyla tanışıyor. Jenny Erpenbeck bu yeni dönemin ilk günlerini ve yaşanan hayal kırıklıklarını oldukça gerçekçi bir şekilde aktarıyor; “Batı, akın akın gelen tüketime susamış kardeşlerine kişi başına 100 mark dağıtıyor… Bu para Doğu Alman yurttaşları çırılçıplak soymuş, bütün arzularını ve umutlarını gözler önüne sermişti. Duvarın yıkıldığı ilk günden başlayarak Batı Alman bankaları önünde kuyruğa girenler, bununla kendilerini ve vatanlarını pazara çıkardıklarını hiç düşünmemişlerdi. Bayağılıktı bu, demişti Hans ve yüzünde neşenin izi olmadan berbat bir sihir numarasına güler gibi gülmüştü.”

CANLILARA GÖBEK BAĞIYLA BAĞLI ÖLÜLERİN YÜZYILI

Kairos’ta insanın en temel duygu ve dürtülerinden yola çıkıp Almanya’nın son yüzyılda yaşadığı çalkantıları oldukça başarılı bir şekilde anlatan Jenny Erpenbeck, dili, kurgusu ve sofistike yaklaşımıyla geleceğin Nobel adaylarından biri olarak karşımızda duruyor. Yazarın roman boyunca devrimler ve savaşlarla ilgili ifadeleri ise geçen onca zamanda dünyada değişen pek bir şey olmadığını gösteriyor. İnsanın varoluşunu sorgulayan şu cümleler 80’ler Almanya’sının ruhundan kopup bugün haberleri izleyen herhangi birinin yüreğine çok rahat bir şekilde dokunuyor:

“Ölenlerin unutulması ne kadar sürer? Sadece Sovyetler’den yirmi yedi milyon ölü. Kefaret umuduyla canlılarla adeta göbek bağıyla bağlı ölüler… Farklı bir yol seçer miydi peki? Yoksa her insan, zamanın o an aklına gelenleri içine rastgele doldurduğu bir kap mıydı yalnızca? İnsan, aynada gördüğü kişi üzerinde iktidar kurabiliyor muydu? Yoksa aczinden sadece başkaları üzerinden mi kurtuluyordu? Suçunu itiraf etmek her koşulda Ben demeyi gerektirirdi. Ne var ki böyle bir Ben Batı’nın hiçbir alışveriş caddesinde satılmıyordu.”



#Aktüel
#Hayat
#Edebiyat
1 saat önce

source: https://www.yenisafak.com/hayat/duvara-carpanlar-4627576

Similar Posts